İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada “Her yerden ahlaksızlık, yolsuzluk ve hırsızlık fışkırıyor. Bu çürümenin ortasında, milletimiz geçim derdinde, iş derdinde, can derdindeyken, iktidar hala satıp savmanın, hala o beş müteahhidin kasasını doldurmanın, hala Kanal İstanbul’un derdinde.” dedi.
Meral Akşener, Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla yayınlanan kararla Nişasta Bazlı Şeker kotasının yüzde 5’e çıkarılmasını eleştirerek, “Kendi şeker fabrikalarını yok pahasına satıp, stratejik bir ürünü, gayrı milli hale getiren de bunlar, yeni Amerikan Başkanı’na şirin görünmek için, Cargill’in şekerindeki zehir miktarını artıran da bunlar.” dedi.
İYİ Parti lideri Akşener, çiftçi ve esnafın sorunlarına değindikten sonra, “Sen kafanı kuma gömmekte ısrar etsen de, bu dertlerin hepsi gerçek. Allah’ın izniyle ilk sandıkta seni gönderip hepsiyle ilgileneceğiz. Ama bu sırada, sen sarayında sefa sürerken, milletimizin feryadı her geçen gün artıyor.” diye tepki gösterdi.
Meral Akşener’in açıklamaları şu şekilde oldu:
“Kendi çiftçisi zor durumdayken, elin çiftçisini zengin eden de bunlar”
Lafa geldi mi, yerli ve milli olduğunu söyleyen bu iktidarın işi gücü, yabancılara kazandırmak. Kendi çiftçisi zor durumdayken, elin çiftçisini zengin eden de bunlar, kendi yetiştiricisi perişanken, angus alıp başka ülkeleri zengin eden de bunlar.
Kendi şeker fabrikalarını, yok pahasına satıp, stratejik bir ürünü, gayrı milli hale getiren de bunlar, Yeni Amerikan Başkanı’na şirin görünmek için, Cargill’in şekerindeki zehir miktarını artıran da bunlar.
Biliyorsunuz, Amerikan Cargill şirketi, 3 yıldır ısrar ediyordu. Nişasta Bazlı Şeker kotasının artırılmasını istiyordu. Başta biz olmak üzere, birçok kişi ve kurum karşı çıktık. Neden? Çünkü, NBŞ dediğiniz Amerikan mısırından üretiliyor. Bizde ne var? Şeker pancarı. Yani isteniyor ki, Türk’ün pancar şekeri değil, Amerikalı’nın mısır şurubu kullanılsın. Yani isteniyor ki, Türk çiftçisi kaybetsin, Amerikan çiftçisi kazansın. Sonunda ne oldu? Bir gecede yönetmelik değişti ve NBŞ kotası, yüzde 2 buçuktan, yüzde 5’e çıkartıldı.
Önce şeker fabrikalarımızı yok pahasına sattılar, Şimdi de NBŞ kotasını artırarak, çocuklarımızın sağlığını satıyorlar. Cargill’den hem mısır şurubu, hem de Tarım Bakanı ithal eden bu ucube sistemin,ve onun arkasındaki bu çarpık zihniyetin özeti işte budur. Bu çarpık zihniyet, ne milletini düşünür, ne de çocuklarının sağlığını düşünür. Bu çarpık zihniyet, işine geldiği sürece yerli, koltuk tehlikeye girene kadar da millidir. Bu kadar basit. Siz sakın ola, Sayın Erdoğan’ın “Yerli ve Milli” nutuklarına inanmayın.”
“Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa’nın, Türkiye’ye girişine izin vermediler”
“Şahsını milletinin önüne koyanlardan, yerli de olmaz, milli de olmaz. Nitekim, sözüm ona, ultra “Milli” olan bu arkadaşlar, son olarak, bir başka utanmazlığa daha imza attılar. Çin’in, Uygur kardeşlerimize uyguladığı soykırım karşısında sergiledikleri, utanç verici pısırıklıkları yetmemiş gibi; şimdi de, Dünya Uygur Kongresi Başkanı, Dolkun İsa’nın, ikinci vatanım dediği, Türkiye’ye girişine izin vermediler.
İşte size Sayın Erdoğan ve ortaklarının dillere destan yerliliği ve milliliği. İşte size, yoluna baş koyduğu İhvan kadar yerli Sayın Erdoğan ile, tehditçi Çin elçisi kadar milli ortakları…Yazıklar olsun.”
“Sen sarayında sefa sürerken, milletimizin feryadı her geçen gün artıyor”
Geçtiğimiz hafta Karabük’teydim. Pazartesi günü de Niğde’ye gittim. İktidarın beceriksizlikleri sonucunda, Karabüklü, Niğdeli esnafımızın, çiftçimizin durumu perişan. Karabük merkezde, genç bir kardeşimin oyun kafesi varmış. Diyor ki; “Benim 16 aydan beri dükkânım kapalı. 2018’de, 300-400 bin lira bir yatırım yaptım, şu anda bitmiş durumdayım.”
Safranbolu’da lokantacı bir kardeşim diyor ki; “Okullar kapalı, askerler çarşıya çıkamıyor, müşteri yok. Biz nasıl geçineceğiz?” Kahveci kardeşlerim, “Açız” diye pankart açtılar. “Mağdur olduk, bize sahip çıkan yok.” diyorlar.
Yenice’de elektrikçi bir kardeşim diyor ki; “Biz 17 gün kaldık evde ama bankalar çalıştı. Esnafın çek-senet ödemeleri var. 1 ay ileri ötelendi ama, 1 ay sonra yine tıkandı. Geçen sene kredi aldım, 150 bin lira kredi borcum var. İş yok, müşteri yok, bunları nasıl aşacağız? Bu borcu nasıl ödeyeceğiz?”
Yenice’de yerel gazeteler, muhabirler bile zor durumda. Ulukışla’da bir manav kardeşim; “Destek için müracaat ediyoruz, kimseye bir şey vermiyorlar. Bırakın desteği, başvurumuz bile onaylanmıyor. Her şey ucu ucuna denk geliyor. Biz kasabın yolunu unuttuk.” diyor.
Bor’da bir emeklimiz; “Ben yüksek maaştan olacağım diye emekli oldum. Ama şirkette ortağım diye, bana şu an 2400 lira değil 1700 lira maaş veriyorlar. Şirketi feshedersem ben nasıl geçineceğim?” diyor.
Oto Sanayi’de 84 yaşındaki Naci Abimiz ile tanıştık. 40 usta yetiştirmiş, sanayinin en eski ustası, kurucusu. O bile dertli. Diyor ki; “Kupon arazi hâline döndü burası. Arsa olarak alıyorlar elimizden, bizi de dağın başına atıyorlar. Burayı bırakıp dağın başına taşınmamızı, üzerine de 100 bin lira para yatırmamızı istiyorlar.”
Sayın Erdoğan; Sen kafanı kuma gömmekte ısrar etsen de, bu dertlerin hepsi gerçek. Notlarımızı alıyoruz. Çözümleri için çalışıyoruz. Allah’ın izniyle ilk sandıkta seni gönderip hepsiyle ilgileneceğiz. Ama bu sırada, sen sarayında sefa sürerken, milletimizin feryadı her geçen gün artıyor.
Hangi ile, hangi ilçeye gitsem vatandaş dertli. Zor şartlarda devletlerini yanlarında görmek istiyorlar, ama seslerini duyan yok. Bu insanları, daha ne kadar duymamazlıktan geleceksin? Daha kaç iş yerinin, kepenk kapatmasını bekleyeceksin? Milletimizin çilesine, daha ne kadar seyirci kalacaksın? Böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi? Böyle bir umursamazlık olabilir mi? Böyle bir vicdansızlık olabilir mi?
“Gözümüzü nereye çevirsek, bir dümen almış başını gidiyor”
“Elimizi nereye atsak, kötü kokular yükseliyor, Gözümüzü nereye çevirsek, bir dümen almış başını gidiyor.
İşte size bir örnek: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde, geçmiş dönemde yaşanan, Ak Parti için küçük, milletimiz için ise, oldukça büyük bir yolsuzluktan bahsetmek istiyorum. Vatan Caddesi’nde, belediyeye ait olan bir yeşil alan, bir firmaya 25 milyon liraya satılıyor. Ardından, bir düzenlemeyle, bu arsa yeşil alan olmaktan çıkarılıp, imara açılıyor. Böylece fiyatı katlanıyor.
Sonra ne oluyor? Bir süre sonra aynı arsayı, aynı Büyükşehir Belediyesi, bu kez, 430 milyon liraya geri alıyor. İki kalem oynatılan bu rezalette, milletin belediyesi, yani milletin bizzat kendisi, 405 milyon lira zarara uğruyor. O para da, o firmanın cebine giriyor.
Bitiyor mu? Bitmiyor. Aynı arsa, yeni bir kararla, yeniden yeşil alan ilan ediliyor. Ve bugünkü piyasa değerine göre, fiyatı, 90 milyon lira oluyor. Şu yüzsüzlüğe bakar mısınız! Şu soyguna bakar mısınız! Milletin hazinesine çökmüş şu arsızlığa bakar mısınız! Durum ortaya çıkınca, Millet İttifakı’nın Büyükşehir Belediyesi, hemen suç duyurusunda bulundu. Şimdi söz yargının. Milletin hakkını-hukukunu savunacak, bu yolsuzluğun hesabını soracak, onurlu savcı ve hakimleri göreve çağırıyoruz.”
Müsilaj sorunu
“Ak Parti iktidarı, Türkiye’yi her alanda beladan belaya savururken, biliyorsunuz, Marmara Denizi de bir felaketle boğuşuyor. Müsilaj adı verilen deniz salyası, Marmara’daki deniz yaşamını ve kıyılarımızı tehdit ediyor. Bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum: Bu bela yeni değil. İlk olarak 2007 yılında ortaya çıktı. Bugünküne göre çok daha küçük boyuttaki o felaket, ancak iki yılda temizlenebildi. Peki sonra ne oldu? 2020 yılının Kasım ayında, yeniden ortaya çıktığında, bilim dünyası, başta Bakanlık olmak üzere, ilgili birimleri uyardı, “Önlem alın.” dedi. Peki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ne yaptı? Mayıs’ın ortalarına kadar, bu salgının sıradan bir plankton artışı olduğunu, numune almaya bile gerek olmadığını söyledi. Ama son bir haftada, musilaj kıyılarımızı sarıp, gündem olunca, nihayet Bakanlık, “Acil durum eylem planı” yapmaya başladı.
Onlarca bilim insanının, aylardır yaptığı uyarıya kulak asmayan Bakanlık, sustu sustu, en sonunda Sayın Erdoğan, “çevre bizim işimiz ” deyince, nihayet adım attı. İşe bakar mısınız? Şu üstün liyakate bakar mısınız? Devletin bakanı, “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” demeden, işe başlayamıyor. Bilimin uyarısı yetmiyor. Vatandaşın tepkisi yetmiyor. Bu işinin ehli arkadaş, Sayın Erdoğan parmak şaklatmadan adım atamıyor.
Kardeşim; Sen bu konunun bakanı olarak, ne işe yarıyorsun? Seni oraya, koltuk boş kalmasın diye mi oturttular? Seni o koltuğa, sağa sola git, fotoğraf çektir, bir de üstüne maaş al diye mi oturttular? Senin işin bu değil mi? Sekiz ay önce, bambaşka açıklamalarla sorunu görmezden geldiniz, bugün sırf Sayın Erdoğan parmak şıklattı diye, acil eylem planı hazırlamak yarışına girdiniz. Bir de hala, utanmadan işinizi yaptığınızı iddia ediyorsunuz.
Yapılan araştırmalara göre, Karadeniz’e ve Marmara’ya dökülen atıkları, yüzde 40 oranında azaltırsak, müsilaj sorunundan ancak 6 yılda kurtulabileceğiz. İktidar farkında olmasa da, müsilaj belası işte bu kadar ciddi bir sorundur. Ve her ciddi sorun gibi, bilimle, akılla ve ciddiyetle çözülmesi gerekir. Böyle sorunlar, bir kişinin “Talimatı verdim.” dediği, sığ ve indirgemeci bir anlayışla çözülemez.
Öncelikle bu sorunun, yalnızca yerel yönetimlerin yükü olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bakanlık, zor zahmet de olsa, Büyükşehir Belediyelerimizi de dahil ettiği bir süreç başlattı. Bu adımı olumlu buluyoruz. Bunun devamında atılacak adımlar için de, iktidara buradan çağrıda bulunmak istiyorum.
Marmara Denizi’ne dökülen atık suların, bir kısmı değil tamamının, ileri biyolojik arıtmadan geçmesi gerekiyor. Bunun için, merkezi yönetim olarak, hızlı bir şekilde yerel yönetimleri destekleyin. Mevcut arıtma tesislerini, bir an önce, ileri biyolojik arıtma tesislerine çevirin, gerekirse kamulaştırmaya gidin.
Vakit kaybetmeden “İYİ tarım” uygulamalarına geçin, gübre, kimyasal ve ilaç kullanımının azaltılmasını sağlayın. Şehir şebekelerinde, yalnızca ön arıtma yapılan suyun, park ve bahçe sulamalarında kullanılarak, denize dökülmesini kısıtlayın.
Denizlerimizdeki dip hayatına zarar veren, trol tipi avcılığa karşı yaptırımları arttırın. Marmara Denizi’ne atık su döken, ve nüfusu 5 binden fazla olan yerleşimlerde, hızla, ileri biyolojik arıtma tesisleri kurun. Karadeniz’deki kirliliğin daha fazla artmaması, Marmara Denizi’ndeki müsilajın, Ege’yi daha fazla etkilememesi için, Marmara, Karadeniz ve Ege’yle etkileşimi bulunan ülkelerle, Türkiye’nin liderliğini üstlendiği, ortak bir platform kurulmasını sağlayın.
Deniz salyası, yalnızca ekolojiyi değil, ekonomiyi de ciddi şekilde etkileyen bir sorundur. Bu nedenle, turizm, balıkçılık, deniz ürünleri üretimi gibi, birçok farklı sektöre olan etkilerini, bir an önce belirleyin, bu sektörlere dair gerekli önlemleri, süratle alın.”
Memleketin cennet doğası için mücadele etmeye devam edeceğiz. İşte tam da o nedenle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, Rize’den, İkizdereli bir misafirimiz var. Memleketinin suyu ve doğası için mücadele eden, cesur bir kardeşimiz, Ayşe Albayrak aramızda. Biz Türkler için ağaç kutsaldır. Ağacına, ormanına, denizine sahip çıkmayan, Türk’üm diye gezemez. Memleketin dört bir yanında, cennet doğamız, cennet kalsın diye mücadele veren, o koca yürekli insanlarımıza selam olsun!
“Fatih’in İstanbul’unun boğazına, o yağlı ilmeği geçirtmeyeceğiz!”
“Bugün, Türkiye’nin her bir noktası, iktidar tarafından esir alınmış durumda. Her yerden ahlaksızlık, yolsuzluk ve hırsızlık fışkırıyor. Bu çürümenin ortasında, milletimiz geçim derdinde, iş derdinde, can derdindeyken, iktidar hala satıp savmanın, hala o beş müteahhidin kasasını doldurmanın, hala Kanal İstanbul’un derdinde.
Belli ki iktidardakiler, bu milletin ekmeğine, aşına, soluduğu havaya, içtiği suya, yani hayatına kastetmişler. Belli ki, milletin umutlarını söndürmeye yemin etmişler. Ama ant olsun, şart olsun, bu ihanete geçit vermeyeceğiz! Fatih’in İstanbul’unun boğazına, o yağlı ilmeği geçirtmeyeceğiz! Marmara ölürken, deprem tehdidi ortadayken, o ihale kenelerinizin, daha fazla semirmesine müsaade etmeyeceğiz.
Bilimin tüm uyarılarına rağmen, ekonomistlerin ikazlarına rağmen, İstanbullu açıkça “istemiyorum” diyorken, kime, ne söz verdilerse, ısrarla ve inatla “Yapacağız” dedikleri, o ucube kanalı yapmalarına, Marmara’yı ölüme mahkum etmelerine izin vermeyeceğiz. Bu proje, İstanbul’a yeni bir ihanettir. Bu proje, milletimizin kutlu iradesine yapılan bir saygısızlıktır. Bu proje, hattı zatında, bir proje değil, düpedüz bir soygun planıdır!
Buradan, o ranta göz diken, bu soyguna ortak olmaya heveslenen, yerli ve yabancı her kim varsa, onlara seslenmek istiyorum:
Boşuna heveslenmeyin. Boşuna avuçlarınızı ovuşturmayın. Bu devran dönüyor. İlk seçimde bu iktidar gidiyor, bu saray sefası bitiyor. Şimdiden uyarıyorum; O kutlu gün geldiğinde, milletimiz yetkiyi verdiğinde, bir kuruş bile alamazsınız! Sayın Erdoğan ve Ak Parti iktidarına güvenip de, sakın ola, bu hukuksuzluğa, sakın ola, bu vicdansızlığa ortak olmayın. Sonra çok üzülürsünüz. Demedi demeyin.”